6 Şubat Depremleri: Toplumsal Travma ve Onarım
- kayadonedk
- 5 Tem
- 3 dakikada okunur
Adalet Peşinde Aileleri, yalnız olmadığımızı bildiğimiz, birbirimizin yasına, isyanına ve umuduna omuz verdiğimiz bir dayanışma platformu. Bireysel olanla toplumsal olanın kesiştiği; acının, paylaşıldıkça yalnızlıktan çıkıp kolektif bir direnişe dönüştüğü yer.
Şehirlerimiz ayrı olsa da acılarımız ve yapılmayanlar aynıdaydı. Neydi peki bu ihmaller ve ne olmadı olması gerekirken?
Koordinasyon olmadı.
Şeffaflık sağlanmadı.
Devletin koruyucu ve kapsayıcı varlığı hissedilmedi.
İlk üç gün yardım ulaşmadı.
Afet yönetimi yetersiz kaldı.
Yıkımın gerçek nedenleriyle yüzleşilmedi.
Sorumluluk üstlenilmedi.
Ve en önemlisi; kaybettiklerimizin adı, yalnızca rakamlara indirgenerek görünmezleştirildi.

Tüm bu eksiklikler, yalnızca bir kriz yönetimi zaafı değil; aynı zamanda toplumsal hafızada derin bir kırılmaya neden olan bir kopuştu.
Çünkü o gün, saat 04:17 itibarıyla yalnızca binalar yıkılmadı.Toplumun belleği, güvenlik duygusu, aidiyeti, düzeni ve hatta zaman algısı da yıkıldı.Yaşamlarımız, geri dönüşsüz biçimde değişti.
Ve bu değişim, yalnızca bireysel kayıplardan ibaret değildi.Bu, kolektif bir travma,kitlesel bir yasve ortak bir hafıza kırılmasıydı.
İşte tam da bu nedenlerden, yasımızı, bir mücadeleye dönüştürmek zorunda bırakıldık. Çünkü biliyoruz ki onarım, yalnız kalınarak değil; acıyı birlikte görünür kılarak, kolektif bir yüzleşmeyi mümkün.
Biz, acılarımızın üzerini örtmeye değil; onları açığa çıkarmaya, görmeye, anlamaya ve anlatmaya çalışıyoruz.
Çünkü bastırılan ve susturulan her acı , toplumsal travmanın derinleşmesine neden olarak bir sonraki felakete zemin hazırlar.Tıpkı 1999 depreminin ardından yaşanan ihmallerin üzerinin örtülmesiyle, aynı hataların 6 Şubat’ta çok daha ağır sonuçlarla karşımıza çıkması gibi. Çünkü o dönemde acı görünür kılınmadı, yüzleşme olmadı ve onarım sağlanmadı. Bu yüzden, hem kendi bireysel deneyimim hem de mücadele sürecinde edindiğim tanıklıklar doğrultusunda, onarımın mümkün olabilmesi için şu üç koşulun önemli olduğuna inanıyorum:
Tanıklık, sorumluluk ve katılım.
Ancak bu üçü bir araya geldiğinde, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde gerçek bir iyileşme başlayabilir.

Birincisi: Tanıklık:
Acının duyulması, anlatılması ve toplumsal hafızaya kaydedilmesi gerekir. “Bu yaşandı” denilmeden, “bir daha yaşanmasın” diyemeyiz. Bu tanıklık yalnızca medyada değil; kamusal alanda, siyasette, hukuki süreçte, eğitimde ve sanatta da görünür olmalı.
İkincisi: Sorumluluk:
Onarım ancak sorumluluk kabul edilirse başlar. Türkiye’de ne yazık ki sıkça gördüğümüz üzere, travmaların ardından kader, fıtrat, doğa gibi soyut kavramlarla fail ve sorumlu belirsizleştiriliyor.Oysa biz biliyoruz ki bu bir doğa olayıydı, ama felakete dönüşmesi insan eliyle oldu.Sorumluluğun yargı önünde açık biçimde tanınması, iyileşmenin temelidir.
Üçüncüsü: Katılım:
Toplumsal onarım yalnızca merkezi otoritelerin, devletin ya da uzmanların “biz bu işi çözeriz” diyerek yürüttüğü bir süreçle sağlanamaz. Gerçek onarım, travmayı yaşayanların—yani doğrudan etkilenenlerin—bu sürece aktif olarak dahil edilmesiyle mümkündür.
Deprem bölgesindeki ailelerin, sivil toplum örgütlerinin, meslek odalarının, yerel toplulukların karar alma mekanizmalarına katılması gerekir. Biz aileler olarak, yalnızca kayıp yaşayan insanlar değiliz; aynı zamanda hafızayı taşıyan, adalet arayışını yönlendiren, çözüm üreten insanlarız.Onarım süreci bizimle birlikte yapılmalı.
Bize rağmen değil, bizimle birlikte.
Bu katılım, hem psikolojik iyileşme hem de toplumsal güvenin yeniden inşası açısından önemdedir. İnsanlar kendilerini sürecin öznesi olarak hissettiklerinde, sadece travmayla baş etmekle kalmazlar; aynı zamanda geleceği dönüştürme gücü de kazanırlar.
Ancak, aradan iki yıl geçmiş olmasına rağmen, 6 Şubat depreminin yaraları hâlâ sarılamadı. Ne acılar görünür kılındı ne de toplumsal düzeyde bir onarım sağlandı. Çünkü gereken sorumluluklar alınmadı, gerekli adımlar atılmadı.
Bugün hâlâ 6 Şubat depreminin eksiklerini kapatmaya çalışırken yaklaşmakta olan Marmara depreminin endişesini de derin bir şekilde yüreğimizde taşıyoruz. Çünkü 6 Şubat yalnızca neyin eksik olduğunu değil, o eksiklerin üzerinden geçen bunca zamana rağmen hâlâ tamamlanmadığını gösteriyor. Ve bu durum, Marmara depremi karşısında da ne kadar hazırlıksız olduğumuzu açıkça ortaya koyuyor.
Tüm bu tabloya rağmen, bugün buradaysak; hâlâ konuşabiliyor, bir araya gelebiliyor ve "Ne yapabiliriz?" sorusunu sorabiliyorsak, Umut var demektir ve umut onarım politikasıdır. Geçmişle yüzleşmeyi, bugünü tanımayı ve geleceği dönüştürmeyi içerir ve biliyorum ki acı, dayanışmayla şekil değiştirebilir.
Travma bir kırılma yaratmakla birlikte ama aynı zamanda bir uyanışa dönüştü. Ben hem kırıldım hem de uyandım. Ailemi kaybetmenin acısı içimde her zaman taze kalacak. Ama bu acının, başkalarının aynı kaderi yaşamaması için bir toplumsal uyanışa dönüşmesini istiyorum. Çünkü bir toplumun gerçek gücü, ne kadar dayanışabildiğiyle, neyi nasıl onarabildiğiyle, yasını nasıl tuttuğu ve adaleti nasıl aradığıyla ölçülür.
FATMA IRMAK, Klinik Psikolog
Yorumlar